Ölümünün 100. yılında Lenin
Lenin'in emperyalizmin anlaşılabilmesindeki katkısı ve emperyalizme karşı mücadele edecek ilerici ve devrimci güçleri ortaya koyması dünyayı değiştirmiştir ve bu iki teori bugün hala geçerliliğini korumaktadır.
Onun bu iki teorisi, Marksizmin dünyanın güneyine ve doğusuna yayılmasını teşvik etmiş ve emperyalizm ve hegemonyacılık tarafından ezilen tüm halkların ve işçi sınıfının uluslararası birleşik cephesinin ideolojik temelini yaratmıştır.
Komünist hareketin temel sloganı olan “Dünya işçileri birleşin” – Marx ve Engels tarafından 1848'de yazılan Komünist Manifesto'nun en önemli çağrısı ve bu son cümlesi – yeni oluşan komünist hareketin coğrafi olarak Avrupa ve Kuzey Amerika ile sınırlı olduğu ve neredeyse sadece sanayi işçilerine odaklandığı bir dönemde ortaya atılmıştı.
Lenin'in özellikle tekelci kapitalizmin dinamikleri ve yeni (tekelci kapitalist) emperyalizmin ortaya çıkışı olmak üzere küresel ekonomi politik üzerine yaptığı çalışmalar, onu Marksist düşüncenin geniş kapsamlı ve küresel ölçekte uygulanabilirliği konusunda keskin bir kavrayışa yöneltmişti.
Emperyalizm üzerine araştırmalar
Marx, 1867'de ilk baskısı yapılan Kapital'in 1. cildinde, gelişmekte olan uluslararası kapitalizmin ekonomik ilişkilerini ana hatlarıyla şu şekilde ortaya koymuştu:
"Yeni ve uluslararası bir işbölümü, büyük sanayinin (Batıdaki) başlıca merkezlerinin gereksinmelerine uyan bir işbölümü ortaya çıkarır, ve yeryüzünün bir bölümünü, temel olarak sanayi alanı halinde kalan bölmesi, öteki bölmesini diğerine hammadde sağlayan tarımsal üretim alanları haline getirir.''
19. yüzyılın sonunda, sermayenin aşırı yoğunlaşması/merkezileşmesi ve mali sermayenin öne çıkarak egemen konuma yükselmesi kapitalizmin 'serbest piyasa' kapitalizmi dönemini sona erdirmiş ve tekelci kapitalizm dönemini başlatmıştır – ki bu aşamada kapitalizm varlığını devam ettirmiştir.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde İç pazarı ele geçiren ve doymayan tekeller, daha fazla kâr elde etmek için yurt dışına yöneldi.
Lenin, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması Emperyalizm'de "İhraç edilen sermaye, ihraç edildiği ülkelerde, kapitalizmin gelişmesini etkiler, hızlandırır" diye yazmıştı. Sermaye ihracı, Güney'in ‘esas olarak tarımsal’ ekonomilerinin dünya kapitalist sistemine dahil edilmesini sağlayarak geri bölgelerde hem sanayi üretimini teşvik etti hem de emek gücünü satmaktan başka seçeneği olmayan yeni bir toplumsal sınıf yarattı: İşçi sınıfı.
Sermayenin uluslararasılaşması ve dünyanın büyük bölümünün bir avuç güçlü ve zengin ülke tarafından boyunduruk altına alınmasıyla birlikte kapitalizm giderek daha fazla askerileşti.
Sömürgeleri ve ‘nüfuz alanlarını’ kontrol altında tutmak için aşırı güç ve askeri şiddete ihtiyaç vardı ve ayrıca emperyalist ülkeler arasında dünyanın toprak, işgücü, doğal kaynaklar ve pazarlarının kontrolü için artan rekabet, kilit önemde bir nitelik taşıyordu.
Bu rekabet 1. Dünya Savaşı'nın temellerini oluşturmuştur.
Lenin, kapitalizmin ‘sömürgeci baskının ve dünya halklarının ezici çoğunluğunun bir avuç 'ileri' ülke tarafından mali olarak boğulmasının bir dünya sistemi haline gelmesiyle’, dünyanın metropol bölgelerindeki kapitalist sınıfının sadece ileri kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfının değil, tüm ülkelerdeki geniş ezilen kitlelerin düşmanı haline geldiğini görmüştü:
"Emperyalizm ilhaklara, ulusal baskının artmasına ve dolayısıyla direnişin de artmasına yol açıyor."
Bu analiz, sosyalist hareketlerin ve ulusal kurtuluş hareketlerinin stratejik güç birliğinin teorik temelini sağlamış, Lenin ve Bolşevikler bu temelde işçi sınıfı ve emperyalizm tarafından ezilen tüm halkların dünya çapında Birleşik Cephesinin geliştirilmesini önermişlerdir.
Böylesine bir birleşik cephe, bugün hala günceldir ve Lenin'e göre mücadelenin sivri ucunu ezen ülkelere yöneltme, emperyalizmi yenilgiye uğratma, Küresel Güneyin halkları için ulusal bağımsızlık ve egemenliği koruma ve ilerletmede ve böylece sosyalizme doğru dünya çapında bir ilerlemenin önünü açma kapasitesine sahip olacaktı.
Bu nedenle Komünist Enternasyonal'in (Komintern) 1920'deki ikinci kongresinde “Dünyanın tüm işçileri birleşin” ifadesi “Tüm ülkelerin işçileri ve ezilen halkları birleşin” şeklinde değiştirilmişti.
Lenin, Haziran 1921'de Komintern'in Üçüncü Kongresi'ne sunduğu raporda coşkuyla şunları söylüyordu:
"Doğu'nun yüz milyonlarca ezilen halkı arasındaki devrimci hareket olağanüstü bir canlılıkla büyümektedir."
Yazdığı son yazılardan olan ‘Sayıca Daha Az, Ama Daha İyi’ (Az Olsun, Öz olsun) adlı mektubunda bu konuyu detaylandırır:
"Son tahlilde, mücadelenin sonucunu Rusya, Hindistan, Çin gibi dünya nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan ülkeler belirleyecek. Ve son birkaç yıldır bu çoğunluk olağanüstü bir hızla kurtuluş mücadelesinin içine çekildi, dolayısıyla bu açıdan dünya çapındaki mücadelenin nihai sonucunun ne olacağına dair en ufak bir şüphe olamaz. Bu anlamda, sosyalizmin tam zaferi bütünüyle ve kesinlikle güvence altındadır."
Bu teorik katkıyı 1924 tarihli Leninizmin İlkeleri kitabında özetleyen Stalin ise, ‘Gelişmiş ülkelerdeki proletarya hareketinin ve sömürgelerdeki ulusal kurtuluş hareketinin çıkarları, devrimci hareketin bu iki türünün ortak düşmana karşı, emperyalizme karşı ortak bir cephede birleşmesini gerektirdiğini’ ve ayrıca ‘gelişmiş ülkelerde işçi sınıfının zaferinin ve ezilen halkların emperyalizmin boyunduruğundan kurtuluşunun, ortak bir devrimci cephenin oluşumu ve sağlamlaştırılması olmaksızın mümkün olmadığını’ yazmıştı.
Emperyalizm ve sosyalist akımın bölünmesi
Ne yazık ki, dünya çapında devrimci bir anti-emperyalist cephe arayışı, dönemin komünist hareketinde üzerinde uzlaşılan bir görüş değildi. Batı'daki büyük işçi partilerinin çoğu böyle bir stratejiyi açıkça ya da üstü kapalı olarak reddetti ve 'kendi' emperyalist egemen sınıflarıyla ittifak kurmaya çalıştı.
Böyle bir sosyal-şoven ittifakın maddi temeli emperyalizmin aşırı kârları ve rüşvetler tarafından sağlanmıştı.
Bir avuç çok zengin ülkenin yüksek tekel kârları, proletaryanın üst tabakasına ekonomik bakımdan rüşvet verme olanağı yaratmıştır; yüksek tekel kârları bu yolla oportünizmi besler, ona vücut verir ve güçlendirir. (Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması)
Oportünizm, kapitalizmin gelişim dönemine ait belirli özelliklere bağlı olarak, onlarca yıllık bir süreç içinde ortaya çıktı. Bu dönemde işçi sınıfının imtiyazlı kesiminin görece sahip olduğu barışçıl ve terbiye edilmiş hayatı bu imtiyazlı kesimi "burjuvalaştırdı", ona kendi ülkelerindeki kapitalistlerin masasındaki kırıntıların verilmesini sağladı ve bu kesimi zamanla yoksullaşan, mahvolan kitlelerin çektiği çilelerden, sefaletten ve devrimci eğilimden uzak tuttu. İşçi hareketi içerisinde şovenizm ve oportünizm aynı ekonomik temele dayanır, bu temel de genelde ezilenler, özelde emekçi proleter kitlelere karşı kendi ülkelerinin sermayesinin elindeki imtiyazların çok küçük bir kısmını ele geçirmiş olan, proletaryanın üst katmanındaki az sayıda işçi ile küçük burjuvazi arasındaki ittifaktır. (Lenin, İkinci Enternasyonal'in Çöküşü)
Lenin bu olguyu “Lafta sosyalizm, uygulamada şovenizm" ifadeleriyle ve ‘sosyalizme tam bir ihanet’ ve ‘burjuvazinin safına tamamen geçme’ olarak tanımladı.
Lenin, 1916 tarihli ‘Emperyalizm ve sosyalizmdeki bölünme’ makalesinde ‘oportünistlerin (sosyal şovenistlerin) emperyalist burjuvaziyle el ele vererek Asya ve Afrika'nın sırtından emperyalist bir Avrupa yaratmak için çalıştıklarını’ ve ‘nesnel olarak oportünistlerin, küçük-burjuvazinin ve emperyalist aşırı kârlardan sus payı verilen ve kapitalizmin bekçi-köpekleri ve işçi hareketinin bozucuları haline getirilen işçi sınıfının belli tabakaları olduklarını’ yazmıştı.
Lenin, Egemen sınıfların kendilerinin de bu stratejiyi gayet iyi anladıklarına ve bilinçli olarak uyguladıklarına dikkat çekmişti.
Gerçekten de, Eski Cape Kolonisi Başbakanı Cecil Rhodes, 1895'te şunları yazıyordu:
“Dün Londra'nın Doğu Yakası'ndaydım ve işsizlerin bir toplantısına katıldım.
‘Ekmek, ekmek, ekmek’ çığlıklarından ibaret olan çılgınca konuşmaları dinledim ve eve dönerken manzara üzerinde düşündüm ve emperyalizmin önemine her zamankinden daha fazla ikna oldum.
Benim aziz fikrim, sosyal soruna bir çözümdür; yani Birleşik Krallık'ın 40 milyon nüfusunu kanlı bir iç savaştan kurtarmak için, biz sömürgeci devlet adamları, fazla nüfusu yerleştirmek, fabrikalarda ve madenlerde ürettikleri mallara yeni pazarlar sağlamak için yeni topraklar edinmeliyiz. Her zaman söylediğim gibi, (emperyalist) İmparatorluk bir ekmek ve tereyağı meselesidir. Eğer ülkede iç savaştan kaçınmak istiyorsanız, emperyalist olmalısınız.”
Lenin, sosyal şovenist eğilimi yenmek ve uluslararası sınıf mücadelesinde ilerlemek için komünistlerin ‘daha aşağılara ve daha derinlere’ inmesi; ‘eskisinden daha fazla ezilen ve emperyalist savaşların tüm yükünü taşıyan işçi sınıfının en ezilen kesimlerini araması, eğitmesi ve örgütlemesi gerektiği sonucuna varmıştı.
Bu tabakalar ‘gerçek siyasi çıkarlarını anlamayı, emperyalist savaşların ve emperyalist ittifakların tüm uzun ve acılı dönemeçlerinde sosyalizm ve devrim için mücadele etmeyi’ öğrenmeye çok daha yeteneklidirler.
Leninizmin pratikteki başarısı
Bolşevikler, (Lenin'in sözleriyle) ‘ezilen ülkelerin kitlelerini dünya siyasetinde ve emperyalizmin devrimci yoldan yıkılmasında aktif oyunculara dönüştürmek’ (Komünist Enternasyonal'in Üçüncü Kongresi) için söz ve eylemleriyle küresel anti-emperyalist cepheyi desteklediler. Bu çaba tarihi meyvelerini verdi. Sovyetler Birliği Afrika, Asya ve Amerika'daki ulusal kurtuluş ve sosyalist hareketlere vazgeçilmez bir destek verdi.
Vietnam Komünist Partisi lideri Ho Şi Minh, 1960 yılında yazdığı Beni Leninizme götüren yol adlı makalesinde, 1920'lerin başında Paris'te Leninistler ve sosyal şovenistler arasındaki tartışmalara katıldığı yılları etkileyici bir şekilde anlatır:
“Öne sürdüğüm tek tez ise şuydu: Eğer sömürgeciliği mahkûm etmiyor, sömürge halkının safında olmuyorsanız, siz ne menem bir devrimin peşindesiniz? Lenin'e ve Üçüncü Enternasyonal'e güven duymamı sağlayan, komünizm değil, yurtseverlikti. Mücadele boyunca adım adım ilerleyip pratik faaliyetlere katılarak, buna paralel, Marksizm-Leninizmi öğrenerek, zaman içerisinde ben, tüm dünya genelinde mazlum milletleri ve emekçi halkı kölelikten ancak sosyalizmin ve komünizmin kurtarabileceği gerçeğini idrak ettim.”
Benzer şekilde, Mao Zedong 1949'da, Halk Cumhuriyeti'nin ilanından sadece iki ay önce şöyle demişti :
"Çinliler Marksizmi Ruslar aracılığıyla buldular. Ekim Devrimi'nin top sesleri bize Marksizm-Leninizm'i getirdi. Ekim Devrimi, tüm dünyada olduğu gibi Çin'deki ilericilerin de proleteryanın dünya görüşünü bir ulusun kaderini değiştirmeyi incelemenin ve kendi sorunlarını yeniden ele almanın aracı olarak benimsemelerine yardımcı oldu.”
Bu etkiyle, Çinli komünistler Lenin'in anti-emperyalizm fikirlerinin geliştirilmesinde ve pratikte uygulanmasında çok önemli roller oynamışlardır. Çin, Kore ve Vietnam'da emperyalist hakimiyetin yıkılması ve sosyalizmin inşası, dünyadaki devrimci merkezin Doğu ve Güney'e doğru derin bir kayışını temsil ediyordu.
Bugün özellikle Sahel Afrikası ve Latin Amerika'da ortaya çıkan yeni devrimci hükümetler bu sürecin devamını ve derinleşmesini temsil ediyor.
“Tüm ülkelerin işçileri ve ezilen halkları, birleşin” sloganına dayanan devrimci stratejinin sonuçları bunlardı. Batı'daki sınıf işbirlikçi sosyal demokrasinin ortaya çıkardığı iyileşmelerin çok daha az etkileyici olduğunu biliyoruz.
Lenin yaşıyor
Lenin her şeyden önce devrimci bir Marksistti ve Marx'tan bugün Leninizmi büyük ölçüde özetleyen iki ünlü alıntı yapmak mümkündür:
"Başka ulusu ezen bir ulus özgür olamaz" ve "Siyah derili emeğin aşağılanıp damgalandığı yerde, beyaz derili emek kendisini özgürleştiremez."
Günümüz dünyasında Marksist-Leninist tavır, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ve her türlü sömürü ve baskıya karşı çıkmak, işbirlikçiliği ve sosyal şovenizmi reddetmek, ‘daha aşağıya ve daha derine’ inmek ve sosyalist bir gelecek için kararlılıkla mücadele etmek demektir.
Günümüz dünyasında Marksist-Leninist tavır, sosyalist ülkeler, ezilen uluslar ve emperyalist ülkelerdeki işçi sınıfı ve partileri arasında koordinasyonu sağlamak; hegemonyacılığa, çatışma ve savaş politikalarına karşı çıkan çok sayıda gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeyi birleştirmek ve aynı zamanda yeni bir demokratik uluslararası düzen ve bağımsız kalkınma talep eden ülkeleri kapsayan uluslararası bir birleşik cephe stratejisi inşa etmek anlamına gelmektedir.
Günümüz dünyasında Marksist-Leninist tavır, 21. yüzyılda Filistin halkının ulusal devlet talebini desteklemek, Suriye topraklarının işgaline karşı çıkmak ve Ortadoğu'nun dört ülkesinde yüz yıldır azınlık ulus olarak yaşayan Kürt halkının ulusal ve sosyal demokratik reform taleplerini desteklemek demektir.
Günümüz dünyasında Marksist-Leninist tavır, sosyalist ülkeleri, Çin'i, Demokratik Kore'yi ve Küba'yı kuşatma ve çevreleme kampanyasına ve NATO'ya karşı çıkmak demektir.
Bu, emperyalizme, savaşa, hegemonyacılığa ve kamplaşma politikalarına karşı yükselen nesnel çok kutupluluk eğilimini desteklemek demektir.
Günümüz dünyasında Marksist-Leninist tavır, Küba'nın, Vietnam'ın, Kuzey Kore'nin, Laos'un, Venezuela'nın, Nikaragua'nın ve emperyalist hegemonyaya karşı meydan okuyan tüm ülkelerin yanında durmak demektir.