Andre Vltchek’in ardından…
Andre Vltchek iki gün önce İstanbul’da aramızdan ayrıldı. Kendisi Türkiye’de pek tanınmasa da, onu biraz olsun tanıtmak ve son birkaç…
Andre Vltchek’in ardından
Andre Vltchek iki gün önce İstanbul’da aramızdan ayrıldı. Kendisi Türkiye’de pek tanınmasa da, onu biraz olsun tanıtmak ve son birkaç gündür yaşananları elimden geldiğince anlatmak istedim. Bu nedenle, size benim tanıdığım Andre’yi anlatacağım.
Andre’yle tanışmamız 2012 yılına dayanıyor. Her an dünyanın herhangi bir ülkesinde olabilen Andre, gerçek anlamda çok yönlü bir insandı. Tanıştığımız zaman, Ara Güler’le röportaj yapmaya gelmişti. Ben ise ikilinin çevirmenliğini yapacaktım. Başta Andre’nin kim olduğuna ilişkin hiçbir bilgiye sahip değildim, Galatasaray’da buluştuk ve Ara Kafe’ye oturduk, birbirimizi ilk olarak orada tanıdık.
Ara Güler’in hazırlanıp gelmesini beklerken, ben, 22 yaşında bir genç olarak Andre’ye Türkiye hakkında bilgi verdim, ülkedeki devrimci durum ve mücadeleye ilişkin bolca ‘atıp tuttum’. Kendisi hiç sözümü kesmeden dinledi ve bolca gülümsedi. Bu gülümsemenin hafiften tiye alma boyutu olduğunu ise, kendisini tanıyıp Türkiye’yi benden çok daha iyi bildiğini anladıkça fark ettim ve açıkçası utandım.
Ara Güler geldikten sonra da, iyi derecede İngilizce bildiği için (bu durumdan haberim yoktu) benim çevirmenliğime de ihtiyaç kalmadı ve iki-üç saat boyunca bir yandan çay içerek Ara Güler ile Andre Vltchek’in sohbetini dinlemiştim.
Röportajdan sonra, ben ayrılacağımızı düşünerek Andre’nin telefonunu veya e-posta adresini almaya niyetlenmişken kendisi acıktığını, yemek yemek istediğini, ancak oteli Sirkeci’de olduğu için Sirkeci’de bir yerde yemek istediğini söylemişti. Ben de zaten röportajda bir işe yaramamış olmanın verdiği mahcubiyetle hemen yemek yedirecek bir yer düşünürken “Benim her geldiğimde gittiğim bir yer var” dedi ve yola koyulduk.
O gün birlikte Taksim’den Sirkeci’ye kadar yürüdük. Yolda hem kendi hayatından, hem çalışmalarından, hem de çevremizdeki binaların mimari özelliklerine varıncaya kadar İstanbul’dan bahsetti. Sirkeci’ye vardığımızda ise, yemek yemek üzere beni ara sokaklarda bulunan salaş bir esnaf lokantasına götürdü. Lokantaya girer girmez, yaşı büyük garsonlar da dahil olmak üzere lokantanın sahibi “Ooo, velkam” diyerek Andre’yi selamlamaya geldiklerinde çok şaşırmıştım. Sonraları o lokantaya tek başıma da çok gittim, her seferinde de Andre sayesinde indirimli yemek yedim.
Andre, yemekte ve sonrasında yine ‘her geldiğinde gittiği barda’ İstanbul’a ilk defa Bosna savaşı sırasında geldiğini anlattı. İstanbul o dönem, Bosna’da görev yapan gazetecilerin uğrak noktasıymış. Çok sayıda gazeteci, sahada çalışırken mola vermek ve dinlenmek için İstanbul’a gelip gitmiş. Andre de İstanbul’a savaş günlerinde aşık olduğunu söylerdi. O gün Sirkeci’deyken hangi kurumun daha çok hangi otelde kaldığını, ve hatta, hangi istihbarat örgütünün nerelerde takıldığına kadar çok sayıda mesleki anektod paylaşmıştı. O gün o sohbet esnasında, gazeteci olmaya yeni karar vermiş bir genç olarak, kendimi çok önemli hissetmiştim.
Andre ile bu tanışmamızdan sonra iletişimi hiçbir zaman koparmadık. Geçen 8 yıl boyunca çok defa daha İstanbul’a geldi. Kimi zaman kaldığı otelde, yalnızca aktarma için geldiği kimi zamanlarda ise havalimanında ayaküstü konuştuk. Ancak yazışmayı hiçbir zaman bırakmadık. Kendisi, Çin başta olmak üzere çoğu konuda akıl hocamdı, bilmediği, üzerinde konuşamayacağı hiçbir konu yok gibiydi. Okuduğumuz kitapların ve yaptığımız incelemelerin de dışında, emperyalizmin ne olduğunu ve nelere yol açtığını, çalışma yaptığı çok sayıda ülkeden spesifik örnekleriyle sayısız defa anlattı. Bu açıdan, anti-emperyalist tutumda ısrar etmenin neden bu kadar önemli olduğunu kendisinden öğrendiğim söylenebilir. Hatta, bu konuda bana zamanında “Anti-emperyalist olacaksan dinozorlaşmayı göze alacaksın” demişti.
İyice bitkin düştüğü son dönemlerinde dahi çalışmayı bırakmadı. Rahatsızlıkları arttı, hastaneye gitmemek konusunda ise her zaman inatçı davrandı. Her seferinde “Öleceksem direkt öleyim” mantığındaydı. Elden ayaktan düşmek, muhtaç konumunda yaşamak, kendi ifadesiyle ‘beslenen insan’ olmayı hiçbir zaman istemedi.
Hayatını, çalışmalarını, düşüncelerini ayrıntılı tekrar etmeye gerek yok, merak edenler internetten daha detaylı bilgiler öğrenebilirler. Tek cümleyle özetleyecek olursak, ısrarlı bir devrimciydi, kendi deyimiyle ‘modern zamanlar komünistiydi’, savaşçıydı ve anti-emperyalistti. Emperyalizmin saldırdığı neresi varsa oradaydı. Afrika’daki sömürü, Latin Amerika’daki provokasyonlar, Hong Kong’daki renkli devrim girişimi, Belarus’un parçalanma planı… Hepsiyle ilgili yazdı, gerçekleri açıkladı. Ait olduğu ‘batı ideologları’ tarafından ise hiçbir zaman sevilmedi. Kendisi de onları hiç sevmedi zaten.
Ölüm haberi ve sonrası
Andre’nin ölüm haberini aldığımda gerçekten şoka uğradım. Ölümünü ve sonrasını anlatmadan, Samsun konusunu da açıklığa kavuşturayım. Andre ile eşinin Samsun’a gidişi tamamen piyangodan çıkan bir durum. Andre, ani kararlar alan bir insandı. Yukarıda söylediğim gibi, son dönemlerinde baya yorgundu, güzel dinlenebileceği yerler arıyordu. Samsun’da kaldıkları oteli tesadüfen internetten görüp gitmeye karar vermişler, “İyi gelir” umuduyla. Andre’yle son konuştuğumuzda ‘1 hafta 10 gün Samsun’da dinlendikten sonra görüşmeyi’ kararlaştırmıştık.
Birlikte hazırlamayı planladığımız bir kitap projesi vardı. Hem onu planlayacaktık, hem de düğünüme gelemediği için eşimle beni düğün yemeğine çıkaracaktı, ancak olmadı.
Ölüm haberini aldıktan sonra eşi Rossie’ye ulaştım. Rossie, Endonezyalı bir komünist, Cakarta’da yaşıyor. Rossie, dünyada kitap okuma oranlarının en az olduğu ülkelerden biri olan Endonezya’da yayıncılık faaliyeti yürütüyor, değeri oradan anlaşılabilir. Rossie’nin babası da, yıllarca hapis yatmış bir komünist.
Rossie ilk günden itibaren –durum ne kadar üzücü olsa da- metanetini korudu. Öte yandan, Türk polisi ile uğraşmak, o bürokrasi içerisinde dert anlatmaya çalışmak gibi problemlerle de uğraştı. Duyar duymaz Rossie’nin bulunduğu polis merkezine gittim. Rossie orada olduğu halde bana “Gönderdik” dediler, o an görüşemedik.
Gazetecilerin kaldıkları otele hücum etmesiyle bunalan Rossie ise çareyi otel değiştirmekte buldu. Ortam biraz sakinleşince, Adli Tıp Kurumu’na Andre’yi teşhis etmeye gittik. Bu kısma dair çok ayrıntıya girmeye gerek yok, ancak o ortamda bile Rossie’nin morgdan çıktıktan sonra kurduğu ilk cümle “Andre’nin mirası emperyalizme karşı mücadeleydi, bunu sürdürmemiz gerekiyor” oldu. Böyle şeyler yalnızca filmlerde oluyor sanıyordum. Tekrar anlatınca film senaryosu gibi geliyor.
Andre’ye ilişkin ise son durum şu şekilde: Ölüm sebebine ilişkin rapor tamamlanmadı, ancak ön inceleme sonucunda doktorların resmi olmamakla birlikte bir ön teşhisi var. Ancak resmi rapor yayınlanmadan bu bilgileri vermem doğru olmayacağı için burayı geçiyorum.
Andre, öldüğünde yakılmak istiyordu. Ancak yakma işlemi Türkiye’de legal olmadığı için bu gerçekleşmeyecek. Andre’nin cansız bedeninin ne olacağına ise eşi ve ailesinin görüşmesi sonucunda karar verilecek. Bu konuya ilişkin de bir plan var, ancak henüz ayrıntıları paylaşamıyorum. Eşi iyi durumda, konu ne zaman Andre’den açılsa mücadele vurgusu yapıyor, bitmemiş projelerini tamamlamaktan ve kitaplarından bahsediyor.
Andre’ye de tam olarak böyle bir veda yakışırdı…
NOT: Önümüzdeki süreçte Andre’yi anlatan, çok sayıda ülkeden kendisini tanıyan çalışma arkadaşları, yoldaşları ve takipçilerinin dahil olduğu bir çalışma başlatılacak.